Başkaldırı
rating: 0+x

Açıklama: SCP-E15, yaklaşık on iki yaşında, bilinmeyen bileşimlerle ölümcül bir alan yaratan bir Aryan dişisidir. Alanın kendisi bir çeşit radyasyon ile donanmıştır ve şu anlık bilinen hiçbir fenomenle eşleşmemektedir…


17 Nisan, 1914:

Elizabeth Tate'in gerçek ismi 12 yıl önce doğum kaydı ve ailesinin hatıralarıyla birlikte yok oldu. Hem o hem de kocası tıpkı isimleri gibi kayboldu, ve artık Elizabeth, On Bir ismiyle anılıyordu.

On Bir masasından bir iç çekişle doğruldu, karşısındaki kapıya yönelip kapıyı açtı, Albert'ın ofisine girdiğinde gülümserken Albert kalkıp, masasının köşesine gelip, eğilip bir öpücük kondurdu—her sabah yaptığı gibi.

On Bir kafasını kaldırıp gülümsedi ve "Gidelim mi?" diye sordu.

On İki geri gülümsedi. "Ama elbette," dedi ağır Boston aksanıyla.

Vakıf'a bu şekilde katılmak daha kolay olmuştu—birlikte, kol kola, evliliklerini sürdürerek. Dünyanın kalanını arkalarında bırakmak daha kolaydı.

"İşler bu sabah nasıl gidiyor?" diye sordu On İki. Hep böyle kibardı, önce onun konuşmasına izin verir, daha sonrasında kendi gününü anlatırdı.

On Bir mentorlük yaptığı iki genç memur arasındaki atışmadan ofis içi postalaşmadaki soruna kadar bir takım olaylardan bahsetti. Aslında onu işkillendiren problemi es geçiyordu ve On İki bunu biliyordu.

"Kız bugün varıyor," dedi.

On Bir anlamamazlıktan geldi. "Kim?" diye sordu.

"Kim olduğunu biliyorsun," dedi On İki. "Kız."

On Bir bir anlığına durdu, gere baktı, sonra ellerini kaldırıp gözlerini oluşturdu. "Albert bu konuda konuşmak istemiyorum, biliyorsun." dedi.

"Yine de er yada geç konuşmak zorunda kalacaksın. Saklama uzmanı sensin, ve bizim de onun sınırlarını test etmemiz gerekecek." dedi On İki. "Onu az da olsa durdular, ama her şekilde ortalığı dağıtacak. Ve bunu yaptığında, ne kadar kötü olacağını bilmemiz gerekiyor."

"İş hakkında konuşmayalım." dedi On Bir.

On İki kafa salladı. Artık konuşulacak bir şey kalmamıştı. Hayatları işleriydi. Ancak isteğine saygı duydu, önden buyurdu ve peşine düştü. Öğleden sonraki toplantı çirkefleşecekti.


Bir, toplantıyı başlattı ve yarım yamalak toplanmış konseyi selamladı, sözü Altıya verdi ve ele geçirilen cesetlerin durumunu, kurulan örtbas hikayesini, ve iki komşusunun geniş, mutlu ailelerinin yok oluşunu gören o küçük orta-batı kentinin genel durumu hakkında bilgi verdirtti.

Altı gerisini bir şekilde aniden boşalan evlere alıcı bulan Dört'e devretti. Sonrasında, On İki söz alıp "objenin" siteye ulaştırılmasını aktarıp devamında kızı çevreleyen etkiyi göze alırken yaşadığı lojistik sorunlarıyla devam etti.

Ve resimler geldi. Altı küçük bir kızın tekdüze, soğuk resimlerini masaya yaydı. Bir tanesinde kız, hiç şüphesiz olaydan önce, kitap okuyordu. Öbürleri olaydan sonrasıydı. Masanın altında ağlıyorken. Vagonun içinde bilinçsizce yatarken.

Yedi ağır ağır derin bir nefes aldı. "Öyleyse bu kadar mı? Kız harbiden bu muymuş?" On Bir sesinde bir beklenti varmış gibi hissetti. Hatta belki heyecan.

Altı kafa salladı. "Kızın soydurup üstünü değiştirttik. İzole ettik. Hayvanlar üzerinde test ettik. Hepsi sonuçlandı." Altı'nın sesi On Bir'e göre fazla duyguszca geldi. Çok kansızca.

On Bir'e hafif bir ürperti esti. Sekiz yaşındaki çocuğu soymak için adam tutmuşlardı. Bunun için istihdam ediyorlardı…

"On Bir?"

Ses Bir'den çıkmıştı. "Evet?" dedi.

"Şu anki saklama için bir fikrin var mı? Altı'nın saha testlerine göre kızın etki alanı genişliyor."

On Bir omzunun üstünden Altı'ya bakıp—her zamanki ifadesiz soğuk suratını takınıyordu—Bir'e döndü. "Etkilerin ne olduğunu mikroskopik seviyede tespit etmemiz gerekiyor. Bildiğimiz kadarıyla, bir hastalık taşıyıcısı veya bir şey tüketmiş olabilir—"

"Allah aşkına On Bir." Beş dellenmiş, yüzüne karşı somurtuyordu. "İki hafta önce saha raporları geldiğinde buna karar verdik zaten. Kız bir nesne."

"O küçük bir kız!" dedi On Bir, tüyleri diken diken olurken.

Şaşırtıcı derecede sakin sesiyle "Şu ana kadar topladığım kanıtlar zaten yeterli, On Bir" diye ekledi Altı. "Bu olguyu saklamak için sana ihtiyacımız var."

On Bir bir anlığına Altı'ya göz atarak geri yaslandı. O bunda çok iyiydi. Görev duygunu istismar etmekte. "Bu, şu ana kadar eşi benzeri görülmemiş bir şey. Heykeller, silahlar, başka boyutlara açılan kapılar, Texas'ın ortasından yayılan anomalik sinyaller, ama hayır… Bunu daha önce hiç bir insanla yapmadık."

"Suriyeli var ya," dedi İki.

"Ancak onu tabut olarak kategorize ettik, içinden çıkan varlık olarak değil," dedi On Bir, içindeki şeyin düşüncesiyle ürpererek.

"O zaman belki de," dedi Bir, "bundan ziyade önce o sınıflandırmayı gözden geçirmeliyiz."

On Bir gözlerini kısarak ona baktı, ancak hemen kendi önündeki kağıda odaklandı. Bir göz gezdirdi. "Daha fazla test sonucuna ihtiyacımız var. İnsanların tam olarak nasıl öldüğünü bilmemiz gerekiyor. Daha önce hiç böyle yanıklar görmemiştim."

"Ben gördüm" dedi İki. "Curielerle çalışırken karşılaştığımız şeyi andırıyor bunlar.

Ancak o sırada, On Bir'in dikkati dağıldı, ve kendi düşünceleri içine gömüldü.


On Bir talep ettiği test sonuçlarını incelemekte zorlanıyordu. Kızı çevreleyen etki bilinç seviyesi farketmeksizin uyanıyordu, ancak ona yemek yedirmek için uyandırmaları grrekiyordu, ki bu da genellikle gözyaşı ve çığlıklarla bitiyordu. Ve her seferinde en az bir ölü denek.

İki haklıydı. Önerdiği kalkan sistemi en kötü etkileri uzakta tutuyordu, ancak onlar da giderek artıyordu. Yakında, sadece beslemek için kapıyı açmak… On Bir mevkisini kullanmak istememesine rağmen Altıya nazikçe sorduğunda bile kızın ismini söylemeyi reddediyordu.

Kapı açılıp kapanırken arkasını dönmeden gözlerini ovuşturdu. Yalnızca bir kişi kapıyı çalmadan içeri girebilirdi.

On İki'nin ellerini omzunu okşarken gülümsedi. "Hey," dedi sessizce.

Cevap vermedi, ama On Bir kolonyasının kokusunu aldı, ve bu cevap şu anlık yeterliydi. Sadece onun varlığı.

"Bunu yapabilir miyim bilmiyorum." diye fısıldadı.

"Yapabilirsin," dedi On İki. "Yapman lazım. Yapmana ihtiyacımız var."

Hafifçe kafasını salladı, iç çekti ve masasının üstündeki kağıda odaklandı."Etkiler böyle artmaya devam ederse, infaz önermek durumunda kalacağım. Başka seçeneğimiz yok." dedi. "İki ile beraber bile, korkunç bir şey yaşanmadan önce yeterli bir saklama geliştirmemize imkân yok."

On İki onayladı, bilgi sahibi oydu. Bu tarz durumlarda ona uyardı. Yalnızca dinlerdi.

"Bir ile konuşmam lazım" dedi hafifçe. "Bunu yapmaya devam edemem. Yapamam. Sanki ona problem oymuş gibi davranıyoruz."

"Öyleyse konuş onunla," dedi On İki. "Rasyonel bir adam. Kaygılarını göz ardı etmeyecektir."

On Bir hafifçe homurdadı. "Onlar için herhangi bir şey yapar mı peki?" diye sordu.

On İki yanıtlamadı, çünkü o da cevabı bilmiyordu.

"Yarın," dedi On Bir.


"Bir daha bunun hakkında konuşmayacağız." dedi Bir. Sesi sertti.

Bir parıl parıl, tertipli masasının ardında duruyordu. Arkasındaki devasa pencere aşağıdaki Site-14'ün avlusuna bakıyordu. On Bir bu şekilde dizayn edilmesinin sebebi ziyaretçileri huşuya düşürmek ya da insanlara göz dağı vermek olduğundan emindi. O pek etkilenmemişti.

"Konuşulması gerekiyor," diye cevapladı On Bir.

"Konuşuldu zaten," dedi Bir. "Üç kere konuştuk zaten."

On Bir devam etti. "Psişikler… mistikler… Sınırı nerede belirliyoruz, Bir? Bir insanı böyle sınıflandırmaya başladığında, hepsini öyle sınıflandırman gerekir. Peki ya biz? Yetmiş yaşındayım, ve otuz beş gibi gözüküyorum. Ben de mi anomaliyim?"

"Bunun kaynaktan olduğunu biliyorsun, On Bir." Sesi ve mimikleri daha da sertleşiyordu. Sanki saat içindeki bir yay gibi.

"Evet, ama dışarıdan bir gözlemciye göre, ben neyim? Ve biz dış gözlemcilerden başka neyiz ki?"

"Yeter. Basit bir şey. Kız ölümcül. Kızı saklamaya çalışırken iki iyi adamımızı ve düzinelerce deneği kaybettik. İki ve Beş çaresiz kaldı, ve onlara yardım etmek yerine, iki hafta önce sonlandırdığımız felsefi argümanı kurcalıyorsun."

"Bu doğru değil! Şu künyeye bak. Ne yazmışsın oraya. 'Kimse bizi korumayacak, ve kendimizi savunmamız gerek.' İnsanlığı korumamız gerekiyor, ve bu kız da insanlığın bir parçası. Nasıl bunun ne kadar yanlış olduğunu görmezden gelebilirsin? Kendimizi adadığımız bu şey gerçekte ne kadar iğrenç? Onu güvende tutmamız gerekiyor ama halen onu korkutuyor, dehşete düşürüyoruz. Savaşmamız gereken canavarlar biziz, Bir!"

Sabırla bekledi, ve On Bir sustuğunda, nihayet ağzını açtı. "Son sözü sen söyleyemezsin, Elizabeth." Bir yıllardır ona böyle seslenmemişti. On yıllardır. İşe alınmadan önceden beri. "Bazen durumu olduğu gibi kabul etmelisin. Kız insanları öldürüyor. Onu saklamamız lazım. Yardımcı ol."

Dinlemeyecekti, bunun farkına vardı. On Bir yavaş, derin bir nefes alıp sessizce başını salladı. "Pekala," diye katıldı.

Bir onayladı. "Güzel. İşbirliğini Beş'e bildireceğim." dedi.

On Bir göğsünde bir buruklukla ofisten çıktı. Onların buna yapmasına izin veremezdi. Vermezdi.

Yardıma ihtiyacı vardı. Yalnızca On İki onu dinliyordu, ve konseyin kalanı… Bunu yapamaya hazır değildi. Daha küçükten başlamak gerekiyordu. Ve bu durumla deneyimi olan yalnız bir kişi vardı…


On Bir binanın personel kanadına girdi, ve personel direktörünü aramaya başladı. Direktörü başkasının ofisinde, masanın başında bir dosyanın içine gömülmüş bir şekilde buldu. Muhtemelen birinin önerdiği bir elemandı. Umarım saha yerine sessiz, güvenli bir laboratuvar lüksüne sahip biridir, diye düşündü. Kapıyı tıklayıp kısa bir gülümsedi.

"Biraz konuşalım mı, Adam?"

Adam dönüp hafifçe kafasını sallayarak ona baktı. "Elbette," dedi, dosyayı masaya koyup onlardan uzağa, köşeye iterek. "Sorun ne?" diye sordu.

"Bu yeni şeyle alakalı bir sorun… Atamayla." dedi.

Adam başıyla onayladı. "İnsansı alt-cins," dedi. "Nolmuş ona?"

"Kabullenmekte… biraz sorunlar yaşıyorum," dedi. "Diğerlerini ikna edemiyormuşum gibi," diye ekledi. "On İki beni dinliyor, ve Sekiz'i de ikna edebilirim, ancak Bir hiçbir şekilde sıcak bakmıyor. Sen onun arkadaşısın, İki'nin. Nasıl fikrini değiştirebilirim onun?"

Adam'ın biraz yüzü düştü. "Fikrinin değişmesi gerektiğinden emin değilim," dedi. "İnsansı ataması kaçınılmazdı. Daha önce bundan kaçındık, Sıfır-Yetmiş-Altı ile, ve Sıfır-On-Dört'e psikoz dedik, ama… Artık bu sorundan kaçamayız. Güçleri kendine zarar olan çok fazla nesne var, ve bunları saklamamız lazım."

On Bir gözlerini kısarak ona döndü. "O küçük bir kız, Adam, bir nesne değil," dedi. "Eminim nasıl bir dönemden geçtiğimi anlayabiliyorsun, özellikle şeyden sonra…"

Ağzından o kelimeler döküldükçe, Adam'ın gözleri kısıldı, ve On Bir bir anda hata yaptığını farketti. Kendini sandalyesinden geriye itip ayağa kalktı ve kısa, dar yeleğinin önünü düzeltti. "Sen benim dostumsun Lizzy, ve seni gerçekten seviyorum. Ancak ailemi bu şekilde bana karşı kullanmaya kalkışırsan, bir daha asla konuşmayız."

On Bir'in boğazı düğümlendi. "Öyle demek istememiştim."

"İstedin. Şu anki eylemlerimizle alakalı bir sorunun varsa, bunu Bir ile görüşmeni tavsiye ederim."

On Bir iç çekti. "Dinlemiyor ki," dedi. "Kararını vermiş zaten."

"Çünkü kız bir dolu insan öldürdü, hatta ondan sonra bir düzinelerce daha."

"Hayır. İnsanları öldürdüğünden değil. Bu sadece bizim kendimizi avutmamız. Kız ne yapabileceğini, ya da nasıl kontrol edeceğini bilmiyordu. Kafası karışmış ve korkmuştu."

"Ve bütün ailesini tahtalıköye yolladı," dedi Adam. "Ve seninle bu konu hakkında daha konuşmayacağız. Eğer çok içini dökmek istiyorsan git Yedi'yle konuş."

Adam sandalyesine oturup yaslandı ve önündeki dosyaya gömüldü. On Bir ona bakınca bir anlığına siniri oynadı, ancak arkasını dönüp, gittikçe hızlanan adımlarla koridorun sonuna doğru yürüdü.


On Bir, Beş'in ona yolladığı dosyaları kontrol etti. Orijinal ölüm raporuyla beraber halen gözlemlenebilen tefessüh ile daha yeni cesetlerdeki diğer etkileri içeriyordu. Bu İki'nin işi olmalıydı. Çürümenin hızını gözlemleyip ivmeli olup olmadığını bulmak. Zekice.

Raporlara göz attı, bunlardan kaçının kötü seçimler doğrultusunda ortaya çıktığını merak ediyordu. Eğer Altı yerine o gitseydi, işler bu kasar sarpa sarmazdı belki de. Ancak Altı seçilmişti, özellikle hedefi ve azmi sayesinde, ve şimdi… Bildiği kadarıyla, tam bir fiyaskoydu.

Günlük raporlara baktı. Alan her gün neredeyse iki santim genişliyordu, ve giderek hızlanıyordu da. Her öğünde bir denek kaybediyorlardı, o yüzden kızı açlık sınırına mahkum etmeleri gerekiyordu…

On Bir gerindi ve gözlerini ovuşturdu. Derin bir nefes alıp zayiata baktı. Çok fazla. Suçlu olmalarına rağmen bile çok fazlaydı.

Kızın tehlikeli olduğunu biliyordu, ancak alternatifler—gücünü kontrol etmeyi öğretmek, düzgünce araştırma yapmak—hiç konuşulmamıştı bile. Kafesler, kilitler ve sakinleştiriciler dışında hiçbir şey yoktu ortada.

Bir insanı böyle hapsetmek doğru değildi. Bu yanlıştı. Vakfın korumak istediği her şeyin tam zıttıydı. Oflayıp dosyayı masaya vurdu, ayağa kalkıp On İki'nin ofisine girdi. On İki her zaman yaptığı gibi öptü ve yüzüne kilitlendi.

"Sorun ne?" diye sordu.

Ve yine, tekrar içi döküldü. Bir'in endişelerine karşı umursamazlığına olan öfkesi, kendi kozlarına daha iyi sarılmamasından olan öz nefreti. Otoritesine rağmen bunu yönetememesine ne kadar sinirlenmişti.

"Yaptığımız doğru değil," dedi. "İnsanları korumamız gerekiyor, hapsetmemiz değil. Burada bir şey olmayabilir. Belki de hücrelerinde, ya da kemik dokusunda bir şey vardır ya da… Sorun o bile olmayabilir. Kızı sorun ediyorlar. Kızı cezalandırıyorlar çünkü çnlerindeki sorundan ötesini göremiyorlar."

Başını sallayıp konuşmasını bekledi. Her zaman böyle yapardı.

Bir şey yapmamız lazım, Albert," dedi yumuşakça. İsimlerini yalnız olsalar bile çok nadir kullanırlardı, ancak bu sefer farklıydı. "Onları durdurmamız lazım."

"Ne?" diye sordu.

"Kızı onlardan uzaklaştırmamız lazım. Daha fazla insansıların ellerine geçmesine izin veremeyiz. Onları ikna edene kadar yollarına taş koymalıyız."

Yüzü düştü. "Yapabilir miyiz bilmiyorum. Hayatımızı buna adadık," dedi.

On Bir kafasını salladı. "Öyleyse gitmemiz lazım. Uzaklaşmamız."

"Nasıl?" diye sordu.


"Yardımına ihtiyacım var," diye itiraf etti On Bir.

Yedi tek kaşını kaldırıp öne doğru eğildi, meraktan kaşlarını çattı ve gülümsedi. "Ne demek istiyorsun?" diye sordu.

Yedi içten içe bir korkaktı. Bir nebze de diğerlerinin onun alanında meşru bir uzman değil de bir sahtebilimci olarak görmesine içerliyordu. Yine de, alanının oluşturulmasında tartışmasız bir rol oynamıştı.

"Hep arkadaş değildik biliyorsun, ancak mantıken, haftalar önce raporlar geldiğinde bana katılmıştın."

"Neyde?" Yedi'nin bildiğini biliyordu, ama yine de söylemesini istiyordu. Öyle olsun.

"İnsansı sınıflandırması. Küçük Keter kız." dedi.

Yedi geri yaslanıp sessizce onayladı. "Felsefi açıdan katılıyorum, evet," dedi.

On Bir bundan fazlasını söylemeyeceğini farketti. Zekiydi. Soğuktu. İnsanların nesne olma konseptini reddettiğinden değil. İnsanların insan olduğu konseptindendi.

"Niye buradayım biliyorsun. Bunu gerçekten kontrol almak için ne yapmamız gerekeceğini biliyorsun. Bize ne yaptıracaklarını. Öyleyse sana bir teklif yapmama izin ver," dedi On Bir. "Eğer işe yarayacaksa, onlar üzerinde çalışabilirsin. Deney yok. Ama istediğin tüm izinleri vereceğim.

"Onlara burada da sahibim," dedi Yedi basitçe.

"Hayır, değilsin. Bir fazla zeki, ve İki ile Altı yanındayken, istediğin izinleri gerçekten elde edemeyeceksin. Zihinsel gelişim teorilerini anlattığında Beş'in nasıl gözünün önünde katıla katıla güldüğünü hatırlamıyor musun? Arkandan dalganı geçiyorlar, ve buna göz yumuyorsun. İşte sana bir şans. Yalnız, tek bir şans. Hiçbir zaman bu tarz bir gücün insanlara ne yaptığını göremeyeceksin. Onları nasıl değiştirdiğini.

Özgüvensizliği ve arzuları üstüne oynuyordu. 'Gerçek' bilim insanlarının ona karşı saygısızlığı. Sık sık hissettiği 'Psikolojisinin' doğruluğu. "Bu hiçbirinin elinde bulundurmana izin vermeyeceği bir izin olacak, Wilhelm." dedi On Bir.

Önce ona, sonra masasına baktı ve bir süre parmaklarını takırdattı. Düşünüyordu. Riskleri tartıyordu. "Kabul öyleyse," dedi. "Benim neyime ihtiyacın var?"

On Bir geri yaslandı. En azından şimdi ilgileniyordu. "Dört" dedi. "Onun kaynaklarına ihtiyacımız var. Ve tercihen Sekiz, ikna edilebilirse."

"Dört beni dinler. Ama Sekizle hiçbir zaman kafamız uyuşmuyor." dedi Yedi.

"O zaman onu da bu işe bulaştır. Eğer öldürülürse bir adam kaybetmeleri, bizimle birinin daha gelmesi kadar iyidir. Yakında mekanı ayarlayacağız."

On Bir, Yedi'nin kaşlarının yavaşça kalkışını izledi. Demek ki On Bir'in bu kadar acımasız olmasını beklemiyordu. Şüphesiz sırf kadın olduğu için onu küçük görmüştü. Bir süre sonra, başını salladı. "Dört'e adamlarını ayarlatabilirim. Mekanın adını söyle."

Yedi gülümserken On Bir kaşlarını kaldırdı. "Şimdiden mi?" diye sordu.

Yedi gülerek başını salladı. "Yani, kocan da işin içinde değil mi?" dedi. "Zaten o olmasaydı bana gelmezdin."

On Bir onayladı. "Dediğimi yapar," dedi. "En yakın zamanda tam kohumları bildireceğim."

"Elbette," dedi Yedi. Şimdi daha çok gülümsüyordu. Daha geniş. Çok fazla dişle.

On Bir çıktı, kirli… hissederek. Sanki vücudu soğuk, ölü balıklarla bezenmiş gibi. Ofisine geri döndü ve oturup kısa notlar almaya başladı. Saldırı bir cerrahın elinden çıkmışcasına kusursuz olmalıydı.


"Yapacak ne kaldı o zaman?" On İki sordu.

"Yedi onay verdi, ve ne olacağını görmek için ilerlemeye kararlı. Muhtemelen işler ters giderse koşa koşa Bir'e gidebileceğini düşünüyor. Para ve adama ihtiyacımız var, o yüzden en azından Dört lazım. Yedi onu çekebilir."

"Eğer İki'yi alabilirsek…" diye mırıldandı On İki.

On Bir kafasını salladı. "Hiçbir şekilde eşlik etmez. Olanları yanımıza kâr bırakmaz, Bir'e gizli gizli de olsa çok güveniyor."

"Altı asla kabul etmez. Üç de aynı hesap," dedi On İki.

"On Üç?" dedi On Bir.

"Ben olsam ona oy eşitliğini kırmak dışında güvenmem," dedi On İki. "Adam'la konuştun mu? Sırada o var, ve aile problemleri de varken…"

"Adam… önerime pek sıcak bakmadı."

On İki sessizce iç çekti. "Yazık. Gerçekten motive edici bir faktör olabilirdi. İşler tıkırında giderken On ve Dokuz'a ulaşamazlar, ve şansımız yaver giderse Üç'ü de izole edebiliriz. Bize karşı hareket edilmesini bir süre engeller. Sekiz'den n'aber? En son beraberken Bella senin tarafındaydı.

On Bir evlilik yüzüğüyle bir süre endişeyle oynadı. "O işi hallettim. Bize karışmayacak."

On İki onayladı. "Harika… Ne zaman harekete geçiyoruz?" diye sordu.

On Bir derin bir nefes aldı. "Yakında. Çok yakında," dedi. "Uçabilen küçük bir çocuk buldular."


Gün biterken On İki telefonunu aldı. Üç çağrı yaptı ve geri yerine koydu. Ayağa kalktı ve dosya dolabını açtı, birkaç klasör çıkardı. Klasörleri kahverengi, deri bir çantaya doldurup çıkmadan önce son bir kez ofisine baktı.

O gece geç saatte, Los Angeles istikametindeki bir trendeydi.


On İki trene bindikten iki saat sonra, Yedi posta kutusuna iki mektup bıraktı. İlki Bir'e idi—Birkaç günlüğüne Düsseldorf'taki laboratuvarına gideceğini anlatıyordu. İkincisi ise Sekiz'e idi—planın kusursuz ilerlediğine ve birkaç gün sonra diğerlerine katılabileceğini söylüyordu.

Masasının çekmecesini açtı ve bir çift beyaz eldiven çıkardı, eldivenlerini ellerine geçirip ceketinin yenlerini düzeltti ve çıktı.

Sonraki sabah bir transatlantikte tıpkı ona benzeyen birinin ölüsü bulunacaktı. Adam sırtından bıçaklanmış olacak, ancak bütün kapılar ve pencereler içeriden kilitli olacaktı. Yedi hep polisiyeleri severdi.


Tam o sırada dehşetle çığıran bir hostes, öndeki kompartımanda ileri yaşta bir adamın cesedini buluyordu, Dört tüm adamlarını harekete geçirmişti. Neredeyse mükemmel senkronizasyonla trenlere, otomobillere ve gemilere saldırdılar. Dört timlerden birini bizzat kendi yönetmişti. Sağ çıkan olmadı.


On Bir, On İki'nin ofisine girdi, masasına baktı ve onun kalkıp On Bir'i öptüğünü hayal etti. Hafifçe gülümsedi, geri geri çıkıp kapıyı kapattı ve derince iç çekti. Neredeyse kolonyasının kokusunu alabiliyordu.

Döndü ve holden dışarı yürürken birkaç kişiye selam verdi, ve binadan sokağa çıktı. Anında kalabalığa karıştı

Yürürken onlara baktı. Yüzlerine. Kimsenin size bakmadığı bir şehirde. Hem çevrelenmiş hem de yalnız olduğunuz. Eğer Bir ve Altı ve İki ve diğerleri aynı yolda devam edebilseydi, bu insanlardan kaç tanesi kafeslerin içinde olurdu? İnsanlığı koruması gereken bu yüzsüz, isimsiz milyonların kaçı unutulmuş, mühürlenmiş olurdu acaba?

Trendeyken uyku tutmadı.


19 Temmuz 1914'te on dört Vakıf aracı aynı anda saldırıya uğradı. Bu saldırılar sırasında, iki yeni tanımlanmış İnsansı Sınıf dahil çok sayıda nesne çalındı. Hermes'in Asası ve Midas Eldiveni dahil ele geçirilenlerin rahatsız edici bir şekilde çoğu pratikte kullanılabilir şeylerdi
Bu nesnelerin çoğunun planlanmış bir sevkiyata dahil olmaması nedeniyle, lojistik kolundan birinin bu işi bireysel olarak planlamış olabileceği düşünülüyor.
Şu anki bilgiler bu eylemin Vakıf yönetiminin en tepesinden organize edildiğini gösteriyor. Yapılan çıkarımlar O5-12'yi işaret ediyor.
Daha fazla bilgi elde edildikçe paylaşılacak, ancak en kötüsüne hazırlıklı olmamız gerek. Bu durum şuanlık Kod Epoch olarak sınıflandırıldı. Kimseye güvenme.
O5-1


On Bir, On İki'yi görünce gülümsedi ve koşarak sarıldılar. Birkaç dakika sonra, Yedi ve Dört tozlu ahşap istasyon zeminindeki ayak sesleriyle göründüler ve On Bir'e selam verdiler.

"Nesneleri taşıdık," dedi Yedi. "On İki'nin elimde mevcut depo tesisleri hakkında bilgi vardı."

"Çıkmadan da dosyalarını imha ettim." dedi. "Vakfın elinde hiçbir kayıt yokken hala altyapımın büyük bir kısmını kullanmaya devam edebiliriz."

On Bir diğer üçüne bakıp derin bir nefes aldı. "İçeride ne döndüğünü biliyor muyuz? diye sordu.

Dört başını sallayarak yanıtladı. "Darmadağın oldular. Kapıyı vurup çıkarken çoğu dokümanı ya çaldık ya imha ettik, o yüzden tam bir kaos ortamı var."

On Bir büyükçe bir nefes aldı. "Güzel," dedi. "Ya diğer iki çocuk?

Yedi Dört'e gülümsedi, o da omzunun arkasından kumaş takım elbiseli bir adama işaret etti. Adam kafasını salladı, arkasına dönüp eliyle onları gösterdi. Birkaç saniye sonra, dokuz on yaşlarında bir çocuk utangaç utangaç gruba doğru yürüdü. On Bir gülümseyerek bir dizinin üstüne çöktü.

"Adın ne?" diye sordu.

"Ben," dedi sessizce.

Ben, duyduğuma göre muhteşem bir şey yapabiliyormuşsun. Doğru mu?" diye sordu.

Yere bakarak kafasını salladı, ürkekçe ayağını çevirdi.

On Bir gülümsedi. "Ben, seni bir kafese koyup kilitlemek isteyen korkunç insanlar var. Ama onların bunu yapmasına izin vermeyeceğiz, tamam mı? Seni güvende tutacağız, ve o adamların icabına bakınca da seni ailene götüreceğiz. Ama o zamana kadar, sana hiçbir zarar gelmediğinden emin olacağız. Anlaştık mı?

Ben ona baktı. Korkmuştu, ama On Bir gülümsemeye devam etti. Bir süre sonra başını salladı.

On İki'ye bakarak, "Ya E15?" diye sordu On Bir.

On İki sessizce kafasını salladı, On Bir onayladı, hala Ben'e gülümsemeyi başararak Dört'e işaret verdi, o da Ben'i takım elbiseli adama geri götürdü.

Yedi sesini hafif kısarak birkaç adım yaklaştı. "Adamlarımız, silahlarımız, araç-gereçlerimiz var. İhtiyacımız olanı alabilecek durumdayız. Hızlı hareket edersek Vakıf'ı rahatlıkla delik deşik edebiliriz."

On Bir kafasını salladı. "Hayır, o kadar ileri gitmek istemiyorum. Ne yaptığımızı ve neden yaptığımızı farkettikleri vakit, bizi artık susturamayacaklarını anlayacaklar. Geri dönmemiz için yalvaracaklar," dedi.

Yedi onayladı. "Sonuçlarımızın üstüne tartışamazlar. Bu insanların sadece yaptıklarını kontrol etmeyi öğrenmeleri gerek. O kız için farklı bir şey denemediler bile. Yalnızca daha büyük bir kafes inşa etmek istediler," dedi sesinde bir parça tiksintiyle. Muhtemelen bıkmış, diye düşündü On Bir, hiç yoktan iyidir ama.

"Organize olduğumuzda tekrar harekete geçeceğiz," dedi On İki. "Üç şimdiden Site-19 planları için mekan bulmuş bile. Yalnızca İnsansıların bulunduğu bir site."

On Bir diğerlerine bakarak başını salladı, o sırada Dört tekrar grupla buluştu. "Hadi gidelim," dedi. "Hala Almanya'da kullanabileceğimiz tanıdıklarım var. Vakıf yaralandı, ancak hızlı toparlanacaktır."


İki, cama yaslanıp aşağıda ileri geri giden insanlardan oluşan avluyu seyretti. Bu kadar yüksekte insanlardan çok oyuncak bebeklere benziyorlardı. Oyuncaklar. Rahatsız edici bir düşünceydi. Yanında duran Bir'e göz attı.

"Biz daha toparlanamadan işler kötüye gidecek," dedi.

Bir başını salladı, döndü ve yerine oturdu. "Biliyorum," dedi. "Ama bu işe giriştiğimizde onun ne yapacağını biliyorduk."

İki iç çekti, köşeye yürüdü ve sırtını dayayıp Bir'e baktı. "Ondan elin misin? Kontrol altında tutabilir mi? Adamı tanımıyorum bile."

Bir onayladı. "Elinden geleni yapacak. Uyarabildiği zaman uyaracak. Ondan isteyebileceklerimiz sadece bu kadar, şimdilik." Bir kağıtları düzenleyip tekrar oturdu. "Terfi dosyaları hazır mı!" diye sordu, çaktırmadan konuyu değiştirerek.

İki gözlerini kapatıp açtı. "Evet, sonraki haftanın başında Adam'ı On İki'nin mevkisine yükseltebiliriz. Ve bence Watson'ı da Yedi'nin yerine geçirebiliriz. En azından, o daha tutarlı ve güvenilir."

"İyi," dedi Bir. "Güvenebileceğimiz adamlara ihtiyacımız var, hem de hiç olmadığı kadar."


Komuta-Üç olarak anılmaya alışan On Bir, masanın karşısındaki, yoldaşları tarafından Komuta-Dört olarak anılan On İki'ye gülümsedi. O da geri tebessüm etti. Parmakları temas etti, ve avuç içleri birbirinkilerin içine kayıp bir süde kenetlendiler.

Unless otherwise stated, the content of this page is licensed under Creative Commons Attribution-ShareAlike 3.0 License